27 Mayıs 2014 Salı

seyir defteri - finike-karaloz



Uzun bir aradan sonra merhaba,

Neler oldu bitti, ne badireler yaşadık ülkece... Tüm bu gidişat daha bir soğuttu beni internetten, televizyondan vs... Ben kaçma şansı olanlardanım, maviliklere kaçıyorum. Gerçi bizim planımız önceden yapılmıştı ve tarih belliydi ama zamanlama benim için çok iyi oldu.
 Bizim bir evimiz yok, yazın takamızla maviliklere, kışın da rüzgar ne yöne eserse öyle göçebe bir hayat bizimki. Ve bizim bu sene yazımız 21 Mayıs Çarşamba günü virabismillah diyerek başladı. Ben de elimden geldiğince, internet elverdiğince ve tabi zaman bulabildikçe seyir defteri niyetine bloga yazmaya karar verdim. Ve bu yazımızın şarkısı tanju okan 'dan geliyor...  iyi okumalar ve dinlemeler :)

1.Gün 21 MAYIS ÇARŞAMBA- FİNİKE-KARALOZ

Asıl planımız en geç salı günü yola çıkmaktı ama maalasef hem teknemizin tadilatının salı gününe sarkması hem de yapılacak işlerin bitmemesi nedeniyle çarşamba öğle saatlerinde yelken açtık akdenize. O kadar çok iş vardı ki  "yok orayı temizle, burayı sil, buraya şunu tıkıştırırız, buna şunu koyarız" falan derken ben bittim iş bitmedi. Özün yaptığı işleri hiç saymıyorum, o daha ağır işlerde çalıştı... Ha bir de erzak alışverişi, offff... Bu durumda bizim yolculukta Çarşamba gününe sarktı. Bir de marinadan çıkmadan suyla yapılacak tüm işleri bitirmemiz gerekiyor, tatlı su denizde altından daha değerli olabiliyor kimi zaman... Tabi yola çıkmadan gidilecek rotayı çiziyoruz; bizim 31 Mayıs'ta Göcek'te olmamız gerekiyor, Allah izin verirse bir sorun çıkmazsa, poseidon ve doris sesini çıkarmazsa :))

saat 12 civarı:
Ve virabismillah yola çıktık. Hava sıcak, not almadığım için kaç derece olduğunu hatırlamıyorum. Rüzgar yok o yüzden yol boyu sırf yelkenle gidemedik. Kimi yerlerde motor, kimi yerlerde yelken artı motor, 2 buçuk 3 saat süren bir tekne yolculuğunun ardından,  benim en sevdiğim koylardan biri olan Kekova adasındaki Karaloz koyuna geldik. Karaloz koyu, emin olmamakla birlikte Finikeye yaklaşık 12 mil mesafede. Ben buraları özellikle de Kaleköy ve Üçağızı çok seviyorum; hem doğası hem de yüzyıllar öncesine dayanan tarihi dokusuyla beni cezbediyor. Bir de kaleköyde denizin ortasındaki o lahit mezar çocukluğumun güzel anılarından birinde çok net bir imge olarak duruyor; ailecek yapılan güzel bir tatil... Hatta o kadar çok seviyorum ki orayı ortaokuldayken resim dersinde oranın resmini yapmıştım sulu boyayla bu sefer lahit yoktu resimde ama dik tepenin yamacından itibaren kurulmuş küçük evler ve bir de iskele işte buydu benim aklımda yer eden Kaleköy .
Karaloz ise o kadar güzel bir koy ki ıssız bir ada yer yer makilikler ve sessizlik... Bu sessizliği tek bozan şey ise arada bir birbirlerine seslenen meleyen büyüklü küçüklü keçiler. Adanın yamaçlarında 10 -12 metreye demir atarak kıyıya arkadan çıma attık. Koyun girişi zor seçiliyor uzaktan. Ama koya girdikten sonra en güzel yer bizce koyun en sonu. Kurt kafasına benzeyen koyun en sonunda doğu kısmına yanaştık.


Bu fotoğrafı Karaloz koyuna girdikten  hemen sonra çektim. Girişin neden uzaktan belli olmadığının bir kanıtı


Su çok berrak ve tertemiz. Bir sürü balık var ve de kocaman bir su kaplumbağası. Bizim bu koyda ikinci demirlememiz. Öze göre bu kaplumbağa geçen sefer yine Karalozda gördüğümüz aynı kaplumbağa :)) Ha bir de geçen sefer yine  bu koyda ben ergen bir akya görmüştüm ve iki gün boyunca benimle oyun oynamıştı, yine aynı akyayı görmeyi umut ettim ama saatin ilerlemiş olması ve su soğukluğu gibi nedenlerden sadece kayalara ip bağlamak için dalıp çıktım... 


Ilk gece yan komşumuz da vardı; yabancı bir çiftin olduğu yelkenli bir tekne ile büyük ve kalabalık sayılabilecek bir yolcu guleti, koylarda yaşam başlamış...  Gece daha bir sessizlik çöktüğü için guletten yükselen şen kahkahalar tüm koyu inletti...

2. Gün 22 MAYIS PERŞEMBE - KARALOZ

Artık sağlıklı yaşam gibi bir takıntı da edindikten sonra ne kadar yorgun olursak olalım en geç 9'da kalkıyoruz. Kahvaltı vesaire sonrası bu sefer tekneye getirdiğimiz eşyaları yerleştirme vakti geldi. E dedim ya evsizlikten o kadar çok eşyamız var ki hatta abartıp mutfak robotu, katı meyve sıkacağı gibi teknenin elektrik aksanını zorlayacak malzemeler bile var. Başıma iş de aştım ilerleyen günlerde:(
özse bugünün çoğunu bozulan bot motorunu tamir etmekle geçirdi. Motor su devir daimi yapmıyordu ve dışarı su vermiyordu. Yapayım derken kuyruk kısmındaki yağı da döktü :)
Kısacası günümüz çalışarak geçti. Günün ilerleyen saatlerinde yan komşularımız da gidince koskoca cennet koy bize kaldı. Gündüz güzeldi ama gece zifiri karanlık çökünce ve rüzgar da bastırınca biraz ürkütücü olduğunu itiraf etmem lazım.


NOT; ilk fotoğraf  Kaş'ın genel görünümü

8 Mayıs 2014 Perşembe

sarhoş balık, topal martı ve kaplumbağa









Çarşamba sabahı (23 Nisan) Öz'ün deli bir enerji patlamasıyla uyanışına şahit olunca ( bu çok nadir olur)  ve de uzaktan "hadi uyan" nídalarını da duyunca birden fırlayıverdim yerimden, maçın en heyecanlı yerinde kesilen yayının yarattığı üzüntü benzeri bir halle... Ama o da ne bugün günlerden " bugün bayram, erken kalkın çocuklar... " acep bizim koca öz bu yüzden mi erken kalktı diye düşünürken aklıma düştü tabi ki; balığa gideceğiz, yuppiieeee...

Balığa gitmeden önce hazırlıklara başlamıştık tabi ki, bir gün öncesinden aldığımız ( aslında en az 2-3 öncesinden yapmak gerekiyordu bu hazırlığı) tavuk göğsünü tuzlayıp suyunu salmasını sağlayıp (sert bir cismin altına koymak şeklindeki presleme modelini kastediyorum) balık yemini hazır hale getirdik. Ama normal şartlarda tavuğu tuzladıktan sonra güneşte kurumaya bırakmak -en az 2 gün - lazım muhakkak altına da gazete serin ki suyunu emsin, ve sürekli değiştirin ha bu arada gazetenin güncel bir magazin sayfası olmasına dikkat edin, balıkları daha bir cezbediyor :)

Balık yemlerimiz hazır da bizim yemlerimiz ne olacak? Hemen suyumuzu kaynatıp termosta çayımızı da yaptıktan sonra babaannemin elleriyle yaptığı bizim lokum dediğimiz Karadeniz usulü kurabiyeleri de bir güzel yedik... E tabi şarkımızı da dinliyoruz bir yandan, bu sefer yazının başlığının bir kısmını şarkımızdan esinlendim ve bizden sizlere gelsin, üzerine tıklamanız yeter; sarhoş balık ve topal martı

E artık yola çıkma vakti aa o da ne zaten çıkmışız yola istikamet Gelidonya beş adalar mevki.





Hemen palamut takımımızı salladık...  Palamut oltamızın hikayesi de ayrı... Bir koyda botla seyir halindeyken kıyıdan bir parıltı gözümüze çarptı yaklaştıkça pespempe parıl parıl bir süngere sarılmış bu olta takımını bulduk. Issız koyda yanında  bir kaç hırdavatla birlikte kıyıya vurmuş ve belli ki usta birinin elinden çıkmış olta takımını biz aldık yanımıza, o gün bugündür de tüm palamutları bu oltayla tuttuk. 
Ve beş adalar mevkiine varana kadar da ilk paluğumuz palamut oldi daaa... Bir Karadenizli olarak "da" olmazsa olmaz eki hayatımdan ve dilimden eksik olmazdı bir aralar hatta ne zaman gitsem bizim o taraflara yine başlar "da"lar, espirisine... Bu da bizim, yalancı küçük balıkçıklara atlayan sarhoş palamut ;




Gelidonya beş adalar mevkiine geldik tabi birçok balıkçı var etrafta. Amacımız oltayla yakalanacak cinsten güzel bir balık avlamak. Tavuk yemini taktık oltaya ve salladık, şunu belirteyim ki yem tam kıvamında değildi o yüzden çok verimli bir yem olmadı. Kocaman hani ya da hanos balıklarından yakaladık. Aslında hani balığını çok sevmiyoruz tadı lezzetli ama fazla kılçıklı ve temizlemesi palamuta göre biraz daha zor. Fakat o kadar büyüklerdi ki tutmaya devam ettik...




Tam offf sürekli hani hani nereye kadar derken bu sefer oltaya bir başka balık vurdu... O kadar kuvvetliydi ki büyük bir sevinçle oltayı topladım ama ayıklaması haniden de baş belası bir başka balık çıka geldi; kimilerine göre naylon kimilerine göre hindistan balığı, siz hangisini beğenirseniz- öz naylon balığı ismini pek sevemedi de... Bu balığın ingilizce ismi ise "red soldier fish", balığa dokunduğunuz an isminin hakkını verdiğini anlıyorsunuz zırhını donanmış asker gibi ve bu yaramaz balık da aynen balon balığı gibi başka diyarlardan gelip istila etmiş sularımızı. E bu kadar isminden bahsettik biraz da cismini görelim isterseniz; dadadammmm karşınızda hindistan balığı


Ve tabi Akdeniz'de balığa çıkarsın da balon balığı gelmez mi oltaya. Ben içimden oh balondan kurtulduk bu sefer diye sevindikten sonra çok geçmeden öz'ün oltasına bir balon balığı musallat oldu. Boyundan büyük hiddetiyle öz oltayı çektiği an yine bir hayal kırıklığı yaşattı bize... 

Ve yine tam ben öze o küçücük iğnelerle ne balığı yakalamayı düşünüyorsun dedim ki, hemen ardından bu avımızın en değerli parçasını tuttu ve ben dediğimle kaldım...



Bu balık avında iki tane ilk yaşadık; birincisi yukarıda ki bu derya kuzusu, ikincisi ise gelincik balığı denilen bir balık türüyle de tanışmış olduk...
Bizi tüm yol boyunca yalnız bırakmayan martı dostlarımızda sanki o gün çok balık tutacağımızı müjdeler gibiydi... Bir de adalar civarında kaplumbağa gördük hatta uzaktan da olsa yunuslarımızı da seyrettik e daha kim ne der bizim keyfimize :)
Şimdi gelelim nasıl ayıklarız kısmına; önce alırız elimize hani balığımızı yatırırız tahtamızın orta yerine, bıçakla pullarını döker ardından tepesindeki diken yüzgecini bıçakla kesip attıktan sonra  geçeriz her balıkta yapılacak-biri hariç- içini temizleme işlemine...  
Biri hariç dedim; o da Hindistan balığı. Geçen yaz da yakalamıştık biz bu balıklardan ve ben bin bir uğraşla balığı temizlemeye çalışmış, elimi parçalamış, ceremesini de bir haftadan fazla çekmiştim. Bu sefer akıllılık edip danışalım bir bilene dedik ve Finike marinaya inen yolda Petek restaurantın hemen yanındaki yarı market yarı balıkçı dükkanındaki amcaya sorduk. Ne iyi etmişiz de sormuşuz; meğersem o balığı olduğu gibi ızgaraya atıp öyle yiyecekmişiz. Hiç temizlemeden iyice yıkayıp atıyorsunuz ızgaraya, pişince o zırhı kalkıyor zaten tabi iç pisliği olan kısımı yemiyoruz. İşte lezzet..  
Hanileri de mısır ununa bulayıp yağda kızarttık halayla birlikte...Aman hani balıklarını yerken dikkat edin, ben neredeyse kılçık yüzünden boğuluyordum...

Bir balık macerasının daha sonuna geldik, herkese rastgele...
Bu arada şarkıyı beğendiniz mi?
Bir de bundan sonraki yazılarım da -bir öncekinde(Yollarda 2) de yazmıştım- o an elimde bulanan kitapta altını çizdiğim kısımı yazacağım her postun sonuna... Bu sefer ki kitabım Mina Urgan'ın gezi anılarını yazdığı "Bir Dinozorun Gezileri". Altını çizdiğim yer mi, hakkımda kısmını okudunuz mu?