12 Ağustos 2017 Cumartesi


HİNDİSTAN:KALBİMDEKİ MELODİ










Bazı kitaplar vardır; “okudum hayatım değişti” veya “başucu kitabım, aklıma estikçe açıp okuyorum” dersin. Kimi kitaplar kişide farklı duyguları tetikler, adeta içinde bir yerde gizli kalmış, hapsolmuş tutkuları alevlendirir, ya da kendine bile itiraf edemediğin duygularını, korkularını, utançlarını senin yerine yüksek sesle dile getirir. Bazen, işte tam ben de böyle düşünüyordum veya ben kahramanın yerinde olsaydım asla böyle davranmazdım dersin. Ve bazıları da alır götürür seni, olay örgüsünün geçtiği, kahramanın havasını soluduğu yerlere, mekanlara, şehirlere…  


Fotoğraf pinterestten alınmıştır.


   Özellikle son yazdığım halleri bana yaşatan bir kitap var; Cinius yayınlarından “Hindistan: Kalbimdeki Melodi”. Sebla Kaplan’ın bu ilk kitabı. Adından da anlaşılacağı gibi Sebla’nın 2 aylık Hindistan seyahatinin güncesi. Hindistan, farklı kültürleri tanıma, uzak diyarlara gitme arayışlarımın doruk noktasına çıktığı lise yıllarından beri zaten ilgimi çekiyordu. Fakat ne yazık ki hala gidemedim desem, neyse... 


Sebla’nın kitabı işte benim Hindistan merakımı depreştiren kitaplardan biri oldu. Sebla arşınladıkça Rishikesh ve Goa’nın sokaklarını ben de onunla gezdim her yeri…
    Tapovan’da yokuşları tırmandım, Laxman Jula köprüsünden sallana sallana ama her an maymun saldırısı endişesiyle geçtim, Köpekli Sadhu, koltuk değnekli adam ve dişsiz adamla sohbet ettim. Goa’da Arambol’de kumsalda güneşlendim, yoga pozlarına girdim gün batarken, kimi Hintlilere sinirlendim... Bazı arkadaşlarına ben de kızdım, hatta az bile söylemişsin Sebla dedim… 


Rishikesh

Sebla’nın kimi zaman hissettiği o sıkışmışlık duygusunu ya da korkularını ben de paylaştım. Bazı yerlerde ve anlarda, hiç demediniz mi sizde “ne işim var benim burada” diye. 

Yüreğinin sesini dinleyen genç bir kadının ruhunun çalkantılarına kulak kabarttım zaman zaman… 
      

“Hindistan: Kalbimdeki Melodi” bir günce, kurmaca değil. Bana kalırsa günce yazmayı (hem de bunu tüm samimiyetiyle ve cesaretiyle yapmış) iyi kotarmış Sebla. Duygularını sayfa sayfa çok rahat bir şekilde okuyucuya geçiriyor.


Fotoğraf google görsellerden

       Bu yazıyı okuyunca tabi hemen gezi kitabı sanmayın efenim “”Hindistan: Kalbimdeki Melodi”yi. Yoga’dan, Klasik Hint müziğine, yogik beslenmeye, Hashimoto tiroidi’nden iyileşmeye, Hint kültürüne kadar tanrılar ve tanrıçalarla bezenmiş bir kişisel dönüşüm hikayesi… Ve hemen kitabın arkasında da Sebla’nın şifalı yemek tarifleri ile çok sevdiği arkadaşı Tülay’ın sizin için hazırladığı bir mandala yer alıyor. 
       


Sebla, efsane grup Beatles’ın 1968’de gittiği ve böylece popülerliği artan, dünyanın yoga başkenti, Himalayaların eteklerinde, Ganj nehrinin kıyısındaki, Hinduların kutsal şehri, Rishikesh’e, 2 aylığına klasik Hint müziği çalışmaya gidiyor. Fakat Rishikesh, Tapovan’daki serüvenini 1 ayda sonlandırıyor ve oradan da Goa’nın uçsuz bucaksız kumsallarına atıyor kendini. 


Goa... Fotoğraf google görsellerden

Bu seyahatte bildiği toprakları adımlıyor Sebla ama yepyeni bir heyecanla, tümden değişen yeme alışkanlığına ayak uydurmaya çalışarak ve hep tutkuyla, hayalleri ve hedefleriyle, sorularla fakat her şeyden önemlisi, yüreğinin, ruhunun güçlü sesini duyarak ve dinleyerek…



      Yazarını tanıdığım için bu kitap benim özel evet… Hatta kelimelere dökemeyeceğim kadar özel…
“Ben bir yolculuğa çıktım; içinde koskoca bir orman ve usul usul akan bir ırmak… Bu yolculukta keşfettim bu ormanı ve içindekileri… Bir rehber vardı yanımda; Sebla. Yol gösterdi ormanın derinliklerine inerken, o ırmağın akışını duyarken. Yoga bir yol benim için, içimdeki doğayı, ormanı, o ormanı besleyen ırmağı keşfettiren ve tabii ki Sebla da yol gösterici. İlk yoga öğretmenim değil ama bana o keşfi yaptıran kişi. Sesi, mantraları, ruhu, sohbeti, günün moda deyimiyle enerjisi beni her seferinde alıp, doğamın tüm renklerine seyre daldırıyor. Seyyah oluyor, özgürleşiyorum “an”da… Yogayı Sebla’yla deneyimlemediyseniz hala, sohbeti bile bir başlangıç…”



İşte böyle bir ruhken Sebla, benim için kitabı da o kadar önemli…Nisan ayının sonuydu Sebla’nın kitabını bitirdiğimde. 30 Nisan akşamıydı ve not düşmüşüm defterimin kenarına; “Yeni bir ay başlıyor. Güzel bir ay, yeni başlangıç, yeni bir yol… Kendimi daha çok dinlemeliyim, özümü tanımak için… Teşekkürler her şey için, herkes için…” 
Her sohbetimde beni hayallerime biraz daha yaklaştıran Sebla’ya beni yoldan çıkardığı için, sizlerin huzurunda tekrar teşekkür ediyorum ve onun kitabından birkaç alıntıyla baş başa bırakıyorum sizi. Bu arada ikici kitabı heyecanla bekliyorum Sebla’cım… 




“Teşekkür ettiğim her şey ve herkes aslında ne kadar da birbirine bağlı. Biriyle tanışmasam, diğeriyle tanışamayacağım kişilerle dolu olan hayatımda, her şeyi izleyen, gören, olduran ve hepimizi birleştiren sevgili Yaradan’a teşekkür ederim.”



“…Krishna’dan eğitim aldıktan sonra geçen zamanda ne kadar değişmiş olduğunu hissettim. Kendisine saygım sonsuzdu. Ama karşımda artık hocam oturmuyordu. Krishna’nın kendisi oturuyordu. Çok garip bir histi bu. Bugüne kadar dünyada gördüğüm en iyi yoga hocalarından biriydi, halen öyleydi, ama “hocam” hissi kalbimden sönmüş gibi hissediyordum. İnsanın gerçek hocasının, kendi olduğunu görmemi bir kez daha sağlamış oldu bugünkü varlığıyla...”

“… iyi ve kötü, düalitenin ortaya koyduğu yansımalardı, her insanın içinde iyi ve kötü vardı. Ama bunu aşanlar, iyinin bir ışık gibi hayatlarına sızmasına ve çevrelerine yansıtmaya izin verebilenlerdi.”


“… Otelin arabasına binip şoför eşliğinde havalimanına doğru yola koyulduk. Şoför oldukça konuşkan genç bir adamdı. Hindistan seyahatimin nasıl geçtiğini sordu. Ne anlatsam eksik kalacaktı, birkaç cümle de anlatmak mümkün müydü? Havalimanına geldiğimizde arabadan inmeden önce, “Hanımefendi, bir insan iyi olduğunda iyi insanları hayatına çeker, kötü olduğunda kötü insanları hayatına çeker” dedi ve bavullarımı indirmek için arabadan dışarı çıktı. O inince, sanki tüm hayatımı saniyeler içinde gözden geçirmeye çalıştım. İyi miydim, kötü mü? İyi olduğumu düşünüyordum, demek ki hayatıma giren tüm insanlar iyilerdi. Arada üzüldüğüm durumlar yaşadığımda kötü diye nitelendirdiğim kişiler gerçekten kötüler miydi? Ya da o dönemlerde ben mi kötüydüm ki kötüler hayatıma girmiş oluyordu? Ya da kötü hissettiğimde belki de kötü durumları hayatıma çekmiş oluyordum. Tam tersi iyi hissettiğimde, iyi insanları ve olayları hayatıma çekmiş oluyordum. Evet, işin sırrı buydu.  
Hindistan’dan ayrılırken, son hatırladığım bu taksicinin söyledikleri olarak kaldı. İyi ve kötü olmak bir seçimse, ben iyi olmayı seçecektim. Her zaman, olabildiğince… Hindistan sürprizler ülkesiydi. En ummadığın anda bu taksici gibi biri çıkıp, belki de zamanını bile hatırlamadığın bir anda sorduğun bir sorunun cevabını bilgece verebiliyordu.”

Not; Sebla’nın kitabına internetten de ulaşabilirsiniz. İşte linkleri; 
-http://www.dr.com.tr/Kitap/Hindistan-Kalbimdeki-Melodi/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0001700264001

-https://www.kitapstore.com/urun/421839/kitap/cinius-yayinlari/sebla-kaplan/hindistan-kalbimdeki-melodi/

Pinterestten


Çok kitaplı, bol kahkahalı ama hep okumalı günleriniz olsun… 

11 Temmuz 2017 Salı

GEMİLER ADASINDA ZAMAN YOLCULUĞU & BEŞTAŞ LİMANI





GEMİLER ADASINDA ZAMAN YOLCULUĞU & BEŞTAŞ LİMANI



Beştaş limanı


Bir süredir yazamadım, bunda ramazan ayının da etkisi vardı... Sonrada bayram tatili girdi araya, biz de tekne yaşantımıza mola verip sevdiğimiz insanları ziyarete gittik. Önce Karadeniz'e, benim memleketim Samsun'a, sonra İç Anadolu'ya, öz'ün memleketi Sivas'a doğru ufak bir yolculuk yaptık. Zaman o kadar hızlı aktı, geçti ki hiçbir şeye doyamadım, sadece o anın tadını çıkarmaktı tek amacım...
Bu arada bu yoldan size bir yeme- içme tavsiyesi; Tokat Niksar'da Çamiçi yaylası var, orada Tokat Kebabı yemeden geçmeyin o yollardan, eğer yemezseniz inanın çok şey kaçırmış olursunuz...

Kaldığım yerden devam ediyorum yazmaya yine gün gün.Yazıyı neredeyse 1 ay önce yazmış taslak olarak kaydetmiştim. Evet "başka türlü yaşamak" kaldığı yerden devam ediyor... 




Bu yazının şarkısı için TIK TIK lütfen...



20 MAYIS- Göcek- Boynuzbükü


Sabah Göcek'te Körfez Restoran'da kahvaltımızı yapıp, Bahar'la (Bir önceki yazıda bahsetmiştim, Öz'ün arkadaşı) sohbet ediyoruz. Bu arada Öz sesleniyor "pişşt alışveriş vakti..."  (alışveriş demişken, nerdee, öyle hadi canim alacakların vardır, git gez dilediğince takıl diyen koca :) Söz konusu mutfak  alışverişi olunca hatırlatıyor tabi ki :) Gerçi demesin de,  zaten bir şeyler almadan daha basit bir hayata yönelmeye çalışıyorum. Fazlalıklardan kurtulmak gerek)  
Alışverişi son güne bırakınca, e doğal olarak gecikiyoruz.  Akşama doğru Göcek'i terkedip en yakın mesafedeki, sevdiğimiz yere gidiyoruz yine; Boynuzbükü :)



Boynuzbükü'nden...




Öz'de bir telaş, of... sormayın, neymiş, paşanın, izlemesi gereken, Sivasspor'un Süperlig'e çıkma mücadelesi maçı varmış. E koştur koştur maç izlemeye gitti yine bizim ki, ben de koca koca çınarların gölgesindeki bir hamağa kurulup kitap okumaya, hayaller kurmaya yeltendim. Hava durumunun müsaade ettiği kadar, hala kimi kimi çok soğuk oluyor ayol :) 



Koca koca çınarların gölgesinde kitap okumak...


(Yazının bu kısmını çok önce yazmıştım ve bastıran sıcaklarda keşke o serinlikler gelse, şöyle arada diyorum)
Hayaller, tabi yine seyahat üzerine, yine yollar. Bir ara hayal rotalarım diye bir şey mi yazsam, yok aman, hiç bitmez o yazı :)

Boynuzbükü'nü daha önce yazmıştım tekrara gerek yok, okumak isterseniz linke buyurun lütfen :)GÖCEK KÖRFEZİNDE

Boynuzbükü'ndeki restoran bu sefer kalabalıktı, masalar dolmuştu o derece yani, çok kalabalıkları sevmiyorum ben, kazançları bol olsun ama biz de o kalabalığa denk gelmesek iyi olacak :) 
 Akşam yemeğimizden sonra biraz daha muhabbet edelim, dışarıda oturalım diyoruz ama üşüdük yani, dayan dayan nereye kadar, bir iki saat daha otursaydık taş devri kalıntıları diye incelemeye alınabilirdik, o kadar... En azından ince üst başla öyle hissediyorsun. 
Neyse efenim biz daha taşlaşmadan teknemizi döndük.. iyi geceler, tatlı rüyalar bize:)


21 MAYIS- Boynuzbükü- Gemiler adası


Sabah kahvaltıda yine Boynuzbükündeyiz ( tabi bu arada farkındaysanız bir süredir dışarıda yemek yiyoruz, evet bir yandan yuppieee yemekle uğraşmıyorum ama bir yandan da  hopppaaa çok para harcıyoruz ) (ama pek yakında göreceksiniz ki yine mutfak yolları görünecek bana :) ki yemek yapmak tekne rutini içinde en sevdiğim olay ama onu da yapmasam olur yani, hımm tembelim galiba ben biraz :)  )

Evet demir alma vakti gelmişse bu limandan diyerek yola çıkıyoruz. İstikametimiz; Fethiye, Ölüdeniz civarı... Fethiye'ye doğru yelken açarak, bir zamanlar dudak uçuklatan deniz ticaretiyle zenginleşen antik Likya medeniyetini topraklarında da içerilere doğru ilerlemiş olacağız... Likya son zamanlarda ilgi odağımda. 

Öğleden sonra çıktık yola Boynuzbükü'nden. Olta attık, acelemiz yok. Ön yelken açık. Apazdan  (90 derece açıyla) gelen rüzgarda ortalama 3.5 knot hızla, yani hızlı yürüyen bir insan hızı gibi düşünün :) Rüzgarın hızı ortalama 7.5 knot, oltayı yeğenimin şansına attık. Attık ama bir şey gelmedi o ayrı :( 18 Mayıs itibariyle tam 1 senedir halayım ben :) Yuppie, burada yazar halay çekiyorrr :)
Nice nice güzel yılların olsun Pamir :)   

"Ölü Deniz'e mi gitsek, yoksa Fethiye'ye mi, ya da Gemiler adası mevkiine mi?" bir türlü karar veremiyoruz. 


 

Gemiler adasına yaklaşırken...


Yolda Gemiler adasına karar kıldık. Ölü Deniz'deki demir yeri çok rahat olmuyor, Fethiye de çok merkezi... Gemiler adasında daha korunaklı demir yerleri var. Gemiler adası ve Karacaören adaları mevki, Likya yolu rotası üzerinde tekne turuyla ziyaret edebileceğiniz ufak bir ören yerine sahip.





Gemiler adası mevki gün batımı...



Gemiler adası ya da Karacaören adaları civarına daha önce de gelmiştik. Önceki ziyaretlerimizde kıvırcık Ali'nin mekanının tonozlarına bağlar, orada yemek yerdik. 





Karacaören'de Ali'nin restoranından manzara, tekneler hemen restoranın önündeki koyda tonozlara bağlanıyor, bizim de daha önceden yaptığımız gibi... 






Bu sefer Ali'nin yerine hiç uğramadan adanın arkasına bağlandık. Sakin güzel bir yer burası, denizi temiz... Gemiler adasında Bizans'tan kalma kalıntılar var. .   



Adalardaki kalıntıların bir kısmının denizden görünümü


Gemiler adası erken Bizans döneminde iskana açılmış. Bazı Ortaçağ dönemi kaynaklarında verilen bilgiye göre Noel Baba diye anılan Aziz Nicholas'ın bu adaya geldiği ve kısmen bu adada yaşadığı yönündeki bilgilerden dolayı ada önem arz ediyor.  Adanın gelişiminde gemi ticaret rotası üzerinde olması ve Aziz Nikola isminin etkisi büyük.









Gemiler adasından gün batımı







Adanın bulunduğu bölge bazı kaynaklarda "Symbola" olarak geçiyor. Adada daha çok dini ağırlıkta eserler ve bazı ev kalıntıları bulunuyor. Aziz Nikolas'a adanmış frekslerin bulunduğu kilise görülmeye değer. 



Kiliseden arda kalanlar...





Gemiler adası ören yerinden...





Gemiler adasında ören yerine ulaşmak için yürümeniz gereken patika



Çok zor olmayan bir patikada kısacık bir tırmanış yapınca eserler karşınıza çıkıyor yalnız hemen belirteyim çoğu artık harabeye dönmüş. Kimi kalıntıların yanına ulaşmak da zor.

Giriş ücretli, biz daha öncesinden bir kaç defa çıktığımız için bu sefer adaya çıkmadık...



Gemiler adasından manzara




Gemiler adasında yıkılmaya yüz tutan tarihi kalıntılar





Tekneyi, pupası adaya bakacak şekilde kıyıdan çıma alıp bağladık sorunsuz bir şekilde. Kahvelerimizi aldık elimize, kalıntılara karşı oturduk. 






Bu fotoğraftaki su kanalı ya da kanalizasyon sistemi dikkatinizi çekti mi? Teknede havuzlukta oturunca karşımızdaki manzaramız...


Zaman yolculuğuna çıktığımı hayal ediyorum.  Symbola sakini karşı komşumuzla sohbete daldığımı düşünüyorum, acep ne konuşurduk? Komşu cebinden telefonun çıkarıp, aaa ayol baksana bizim kilisenin papazı beni takip etmeye başlamış instagramdan, Face'den de arkadaşlık yollamış :)) dermiş :)





Yan komşumuz...

Ölüdeniz'den kalkan gezi teknelerinin de uğrak yeri Gemiler adası

Akşam yemeği için kolları sıvayan bu sefer benim :) 



22 MAYIS - Gemiler adası- Beştaş Limanı



Yemek paylaşmaktan çok hoşlanmıyorum ama alışveriş sonrası bir kaç gün soframız kral sofrası gibi oluyor... Merkezi yerlerden uzaklaştıkça çeşitlilik azalıyor :)

Sabah kahvaltının ardından önce Ölü Deniz'e gitmeye karar veriyoruz, palamar halatlarını topluyoruz ve basıyoruz gaza...

(Gaza basıyoruz derken belirtmem gereken bir şey var; Koylarda, hız yapan tekneleri çok saygısızca buluyorum, 3 knottan fazla hızlı yapılmamalı... Özellikle kimi motoryatlar ve bazı küçük botlar( dingiler), bu yazılmamış fakat bilinen denizcilik kuralına uymayıp, sizi beşik gibi sallamak için bilinçli ve bencilce bir çaba sarf ediyor gibiler...) 

Gemiler adası mevkiinden çıktıktan sonra deniz hiç beklediğimiz gibi değil, dalgalar büyümüş, kabara kabara geliyor üstümüze, bize hıncı varmışcasına. İlerde bir yerlerde yağmur yağıyor belli...


Ölüdeniz'de bağlama yeri rahatsız biliyoruz ama yine de bazen insan bildiği hatta emin olduğu şeylerde bile, ya tam tersiyse umudunu taşıyor içinde... Biz de belki doğru düzgün demir yeri buluruz dedik.  Ölüdeniz'e vardığımızda tüm gezi teknelerinin korkudan iç içe koyun koyuna sarılan kuzular gibi bağlandığını ve de birlikte beşik gibi sallandığını görünce neredeyse kıpırtı olmayan Gemiler adasına gerisin geri döndük... 



Beştaş limanı 



Bu sefer daha önce hiç uğramadığımız, Beştaş limanına girdik. Beştaş limanını küçücük bir koy, 6-7 tekne ancak sığar, kimi zamanlarda koyun plajının önüne duba geriyorlarmış ki tekneler çok içeri girip rahatsızlık vermesin diye...

Gemiler Adası çok kalabalık olduğunda veya yandan gelen rüzgar demirde tutunmayı çok zor kıldığında sığınılacak, oldukça korunaklı bir koy, Beştaş Limanı.






Koy fırtınadan sonra doluyor...



Beştaş limanında tekneler 

Biz koya girdiğimiz zaman koyda sadece bir tane tekne vardı. Koyun içinde, hemen girişte, neredeyse tek teknenin girebileceği küçücük bir koycuk daha var, oraya göz koyup, tekneyi her iki tarafından da palamar halatlarıyla bağlayıp, kıyıya çıma tutmuş olduk. 




 Sadece bize ait küçük koycuk


Hava bozmaya başladı, şimşekler çakıyor,   yavaş yavaş  başka tekneler de geliyor... Derken bir fırtına koptu sormayın... 



Kara bulutlar yaklaşıyor...



Dışarıda duracak gibi değil, o yağmurda gelen tekneler küçük koyda bağlanmaya çabalıyorlar, yukarıdaki restoranın sahibi ve çalışanı kayıkla yanaşıp yardım etmeye çalışıyorlar. Öyle sürrealist bir sahne canlanıyor ki önümde, korku filmlerindeki gibi yağan bir yağmur, uğul uğul gökyüzü, birden kararan bir hava, kayıkta, ayakta, siyah yağmurluklu, elinde çapayla dolaşan azrail ve etrafta bağırışan insanlar...        
 :)



Azrail yaklaşıyor...:) haksız mıyım ama :)) Tamam hayal gücüm biraz fazla çalışıyor ama daha karanlık bir hava vardı aslında, fotoğrafla azıcık oynadım.

Bu tabi olayın ben deniz tarafından kurgulanmış hali, gerçekleri de pek yakında  youtube kanalımızdan izleyebilirsiniz. Kanalı açtığımız zaman haberdar edeceğim herkesi...



Teknede hiçbir şey israf olmaz, yağmur suyu bile... Hazır tuzsuz suyu bulmuşken, Öz tekneyi temizliyor, bir yandan da söyleniyor... Bir gece evvelki benim döktüğüm çay lekesini çıkarmaya çalışıyor da...  :)



Tepedeki restoranı seçebiliyorsunuz değil mi?



Poz vereceğim diye dengesini kaybeden Öz :)


Yağmur hızını alınca biz de yukarıdaki restorana çıkalım dedik. Yeri o kadar güzel ki, eminim içi de öyledir diyerek çıktık kısa patikayı. Evet çok hoş bir yer, akşam dizimiz de  var hem. Fakat bu güzelim işletmenin işletmecisiyle yıldızımız pek barışmadı ve teknede takılmaya karar verdik.





Restorandan manzaralar....




Ve canım begonviller....









Fakat internet çekmiyor. Bizimki de bir inat yani, sonra izlesek olmuyor, illaki o gün izleyeceğiz diziyi... Sonra Öz ve ben ortak patentli bir buluşla, benim telefonumu önce beze sarıp sonra poşetlere koyup, göndere bayrak çekermişcesine, teknenin ana yelken direğine çektik, internet paylaşımını da açtık tabi ki önce. Aşağıdan kameradan da tabletle bağlanarak dizimizi izlemeye başladık :)
Bu yıl internet almadık tekneye, arada limitleri zorluyoruz ve izlemek istediğimiz bir çok film ve diziyi gönül rahatlığıyla izleyemiyoruz :( E napalım bu hayatın kısıtlamalarından biri de bu... Fakat denizin ve doğanın sunduğu özgürlüklerin yanında varsın olmasın bu da...

Bende laf bitmez ama o da nesi dizi başladı, bir sonraki yazıda görüşmek üzere, Öz selam eder sizlere, her şey gönlünüzce ve her zor anınızda pratik çözümler sizinle olsun... 😉




29 Mayıs 2017 Pazartesi

ŞIK BİR KAÇAMAK; GÖCEK REHBERİ

ŞIK BİR KAÇAMAK; GÖCEK REHBERİ


                            
Göcek rengarenk çiçeklerle sarmalanmış

Merhaba, yine ipin ucu kaçmak üzere, biz şuan Kekova'da Üçağız köyündeyiz fakat ben daha Göcek'i anlatacağım size hadi bana kolay gelsin :) 
Bu yazının şarkısı da Turgut Özal'ın (bu yazı ile alakasını aşağıda okuyacaksınız) da çok sevdiği bir şarkı olsun; Emel Sayın'dan Yunus Gibi  

18-19 MAYIS- GÖCEK



Sabahında kahvaltımızı Boynuzbükü'ndeki restoranda yapıp yola çıktık. (Bu arada Boynuz bükü'ne karadan da gelebilirsiniz. Hafta sonu kahvaltısı ve denize girmek için dışarıdan gelen misafirler de oluyormuş.) Artık Göcek merkeze gideceğiz; hem almamız gerekenleri alacağız, hem Öz'ün arkadaşı Bahar'ı göreceğiz, hem de gelecek kargomuz var. Zaten mesafe yakın, kısa bir süre sonra Göcek'te oluyoruz.  
 Hava raporlarına göre yağmur beklentisi var fakat pek yağacak gibi de durmuyor. Biz de "bu hava yağmaz" deyip, kıyıya yakın bir yere demir atıp, alargada duruyoruz ve bizim gibi alargada duran bir çok tekne var. Benim ayrı, Öz'ün ayrı işleri var, ayrılıyoruz...


Göcek limanı sahil yürüyüş yolu, restoranlar bu caddede sıralanmışlar.

Göcek zaten küçücük bir yer; restoranların olduğu liman şeridi, diğeri de hemen arkasındaki alışveriş caddesi olmak üzere (tabi gezmek için) hepi topu 2 caddeden oluşan bir yer. 


Çiçekler içinde bir Göcek evi


Göcek'te Alışveriş

Her türlü tekne malzemesinin veya yemekte kullanabileceğiniz değişik sosların bulunabileceği ama kargo şubesinin ya da kimi bankaların şubesinin bulunmadığı Göcek, mahalle olarak geçer, Fethiye İlçesi'nin batısında ve Dalaman İlçesi sınırında bulunur.


Göcek alışveriş caddesi

Güzel hediyelik eşyaların, şık butiklerin yer aldığı küçük alışveriş caddesi üzerinde 5 farklı zincir marketin olduğu (bu arada küçük marketler de var) bir yer burası :) Tüm tatil beldelerinde bulabileceğiniz hediyelik eşyaların benzerlerini burada da bulabileceğiniz gibi lüks markaları da satın alabileceğiniz mağazalar var. D-Marin'in ve Skopea Marina'nın alışveriş  kompleksleri bu lüks markalara ev sahipliği yapıyor. 

 
Göcek'te hediyelik alışveriş seçenekleri bol

Çok kendine has bir yer Göcek, mesela küçüktür ama pahalıdır, güzeldir de lanet olası :)


Göcek alışveriş caddesinden bir kare daha

Doğa her türlü hünerini cömertçe sergiler... Sanki imtiyazlıdır Göcek; çevresindeki koyları, Dalaman havaalanına açılan tünelle 15 dk. mesafede olması, marina olanakları, tekne- yat kiralama merkezi olması... 
( Göcek koyları için bir önceki yazımı okuyabilirsiniz. Başlığın üzerine tıklamanız yeter...GÖCEK KÖRFEZİNDE )


Göcek Marinaları

Göcek marinaları ve konumları 

Göcek'te tam 6 tane marina bulunuyor. İki tanesi Marintürk'e bağlı, biri D-marin (ki bu marinalar gerçekten çok şıklar ve de bağlama ücretleri de yüksek, ama özellikle D-Marin'in çevresini gezmeden dönmeyin) bir diğeri de bizim tekneyi bağladığımız Skopea marina. ( buraya da kısa süreli ziyaretler için gelen mega yatlar bağlanıyor ki gerçekten dudak uçuklatıcı bir lüks var bu teknelerde, çoğuna yüzen apartman diyorum ben, neyse yine züğürtlük yapmaya başladım 😆 ) 
    Bir de Göcek belediye ve Göcek Club Marina  bulunuyor. Göcek Belediye marina daha sıradan bir yer ama Göcek'in ve her şeyin tam ortası...


Göcek'te her yer tekne 

Normal şartlarda marinaları sevmem yani evet güzeller, şıklar, konforlular ama sessiz, sakin doğanın koynunda olmayı tercih ederim. Fakat yukarıda da yazdığım gibi Göcek'te marinaları görün derim...
İçindeki mekanlar da güzel ve kalitelidir, hatta kimileri alın yanınıza sevdiceğinizi, pek parayı da dert etmeyin tabi, güzel bir yemek yiyin kıvamında romantiktir... Mesela Göcek'in tek gece hoplamalı zıplamalı mekanı Marintürk'de (merkeze yakın olanının) En azından biz oradayken öyle idi sezon tam başlamış sayılmaz Mayıs ayında.


Göcek'te Nerede Denize Girilir?



 Her yerde denize giremezsiniz ama Göcek'te her köşe başından denizi görürsünüz.

  Göcek merkezde denize girmek için pek yer yok. Biz böyle merkezi yerlerde pek denize girmiyoruz zaten ama D-Marin'in kendine ait plajı var (dışarıdan da ücret karşılığı girilebiliyor sanırım) ve de Marintürk'e doğru giderken denize girenler olabiliyor. Fakat en güzeli ya tekne kiralamak ya da tekne turlarına katılıp çevre koylara gitmek. Bir önceki yazımda da demiştim, denizde kum Göcek'te koy, o kadar çok yani (dikkat burada yazar mübağala sanatına başvurmuştur :) )
Ve hepsi de birbirinden güzel lütfen bir önceki yazımı okuyun tam yeri gelmişken. GÖCEK KÖRFEZİNDE


Göcek koylarından biri- Merdivenli koy

Göcek tekneciler arasında çok meşhurdur ancak öyle Bodrum, Alaçatı kalabalığını ya da eğlencesini beklemeyin buralarda fakat fiyatlar konusunda hiç de aşağı kalır yanı yoktur tekrar belirteyim.

Bize dönecek olursak akşamında arkadaşımız Bahar'la (e artık benim de arkadaşım oldu :) ) buluşup buranın şık mekanlarından birine gittik. Bu durumda burada nerede yenir mevzusuna da bir başlık açalım.

Göcek'te Yeme-İçme

Biz ilk akşamımızda "West Cafe-Restoran"a gittik. West kaliteli şık ve dinamik bir yer. Gündüz bir iki bir şey atıştırmak yanında da bir şeyler içmek ( Alışagelmiş içecek listesinin dışında butik biraların ve şarapların da bulunduğu mekanda kahveler de gayet güzel) ve akşama sarkmak için ideal mekan.
İkinci akşam meze muhabbeti yapalım dedik ve Önce "Özcan"a (yer yoktu-19 Mayıs kalabalığı- ki sezonda da aynı olabilir)  oradan da "Can"a gittik. Mezeleri enfesti...
"Can" ve "Özcan" buranın güzel iki meyhanesi, Bahar yerlisidir buraların, rakı sohbetleri için onun  tavsiyesi de bu iki mekan.


Göcek Körfez restoran
Tabi bizim için emektar olan, her Göcek'e geldiğimiz de misafirperverlikte kusur etmeyen "Körfez" restoran var. Bu seferde kahvaltı ve öğle öğünlerimizi orada yedik ve siz de uğrayın derim ben, bizden de selam iletin...



Göcek Körfez restaurant

Önceki senelerde bir de "Lotus"ta yemişliğimiz vardır bir akşam yemeği; Lotus, terası olan daha romantik bir akşam için ideal.  Bir de "Blue Restorant" var dikkat çeken yerler arasında..


Lotus'un terasından bir kare(yine hava kapalıymış)

Bu arada marina içindeki ( D-marin) mekanları da es geçmeyin, Günaydın Et(malum), Q-lounge(japon-sushi)- The Breeze(Ege ve dünya mutfağı) 
 Bir de "Kebab Hospital", adı üstünde kebap yemek ve daha salaş bir yerde oturmak isterseniz, buyurun, diğer yerlere göre tabi ki daha ucuz, aman yine de unutmayın Göcek'tesiniz... 

Göcek'te Nerede Kalınır?

Evet yeme içme konusu da yazdıktan sonra Göcek'te nerede kalınır sorusunun cevabını almak için doğru sayfa da değilsiniz çünkü biz kaplumbağa  misali evimiz sırtımızda ya da altımızda her neyse gezen bir çiftiz... Kaplumbağa demişken pek yakında bir süprizimiz olacak size :))



Çiçekler içinde Göcek alışveriş caddesinden bir görünüm daha 

Göcek Turgut Özal'la anılan bir yer, çünkü buranın betonlaşmasının önüne geçmiş... Güneri Cıvaoğlu'nun bu konudaki yazısını buyurun okuyun. Göcek'e gelip gördüğünüzde gerçekten buna minnettar kalacaksınız. Çünkü o hala küçücük ve doğal, koyları şimdilik hala çok güzel. Ama kimi yeler satılmaya başlamış bile, koylardan birinde bir önceki yazıda anlattığım gibi salaş restoran gitmiş, şık bir marina açılmış evet çok güzel, kaliteli (ki şunu da belirtmeliyim doğaya zarar vermeden, çirkin bir görüntü sergilemeden bunu yapmış) fakat doğal ve salaş halini tercih ederdim. 


Yeni yerden bir kare

Dönelim bize, kargomuz vardı gelecek ama yılan hikayesine döndü, hala kargo yollarda, o da gezgin çıktı, tüm akdeniz kıyılarını dolaştı galiba, bir gün ortak bir noktada buluşuruz elbet. Derken ortak nokta bulundu, Finike'de marina'da bizi beklemekte, sonunda kavuşuruz herhalde...:)


Bu hava yağmaz demiştik ya ilk gün, ertesi gün (19 Mayıs) sabahın 6'sında bir gürültüyle uyandık ki sormayın... Gök gürültüsü, yağmur, rüzgarın sesi.. Derken uyumanın imkanı yok. Kul yapımı bir zincirdeyiz sadece, çapa tarayabilir, çevrede tekneler var. Hemen dışarı havuzluğa çıktık, herkes uyanmış. O da ne, bir tane katamaranın zinciri taramış, her şeyi  topladı gitti.  

O anlar için izleyin lütfen :)

   
Peki ya sonrasında ne oldu? Öz, pamuk ellerini cebine soktu ve hemen yanı başımızdaki Skopea Marina'ya sığındık :) Tabi ki fırtınadan ve donumuza kadar ıslandıktan sonra...

Her şey sonlu olduğu gibi bu yazının da bir sonu var, ve geldik işte o sona. Selam olsun herkese...

Uyarılar ve Öneriler (Naçizane)


1- Göcek'e gelmişken, koylarını görmeden, benim de koyları anlattığım yazımı okumadan dönmeyin. (kusmadınız değil mi :) )
2- Kalabalık, farklı yerler, hoppala zıppala  eğlenceli bir tatil arıyorsanız Göcek sizi sıkar... Kafa dinleme ve demleme yeri diyebiliriz Göcek'e...