5 Ağustos Mikanos- Syros
Kahvaltımızı teknemizde yaptıktan sonra yola çıkıyoruz. Bugün
ki rotamız Syros yani Siros adası.
Siros adası Yunan rebetiko müziğinin en önemli
temsilcilerinden biri olan Markos Vamvakaris’in 1905 yılında doğduğu yer. Bu yüzden bu
yazının müziği Vamvakaris ustadan gelsin. (lütfen ismin üstüne tıklayın)
Syros(Siros) merak ettiğim bir adaydı. O yüzden heyecanlıyım…
Adaya yaklaştıkça adanın ve de Kykladlar’ın ticari, idari ve kültürel merkezi Ermoupoli
görüş alanımıza giriyor.
Adanın tarihi İ.Ö. 2800’lere kadar uzanıyor. 19. Yüzyılda
Doğu Akdeniz’de zengin ve güçlü bir liman haline gelen Syros (Siros), bu halini
adaya yaklaşırken bile size hissettiriyor.
Adalılar Ortaçağ’da Fransisken Rahiplerinin hakimiyeti
altında Katolik olmuşlar. 19. Yüzyılda Yunanistan’ın önemli bir limanı olan
Syros (Siros), büyük doğal limanı ve gelişen tersanesiyle başlıca kömür
iskelelerinden biriymiş.
Sryos(Siros)’la ilgili internetten bir şeyler bakarken bir
blogda adayı öven ve (Siros)Syros’u özel kılan 10 madde sıralamışlar. ( detaylı
incelemek isterseniz işte linki) Bu
maddelerden birincisi, sıra dışı tarihi; Ada ortaçağdan itibaren Sicilyalılar,
Araplar, Venedikliler ve Osmanlıların kontrolüne girmiş. Daha sonra da
1820’dekİ Yunan isyanına katılmayı reddedip uzun bir süre nötr bir konum
benimsemişler.
Adanın bir diğer ilginçliği ise adaya yaklaşırken sizi
karşılayan iki tepe ve bu tepelerde yer alan kiliseler. Kuzeyde Katolik Ano
Siros ve güneyde Ortodoks Vrondado kiliseleri iki farklı mezhebin yapı taşı
olarak dikkat çekiyor.
Biz de teknemizi limana bağlıyoruz, herhangi bir zorluk
çıkmadan. Bizim vardığımız saatte limanda görevli falan yok. Yanımızdaki
tekneden yardım ediyorlar ve palamarları bağlıyoruz.
Oyalanmadan iniyoruz tekneden ve etrafı dolaşmaya başlıyoruz.
Hedefimiz yukarıdaki kiliselere çıkmak. Motor kiralayalım diyoruz ama o da ne,
neredeyse tüm dükkanlar kapalı. “Siesta time :)” çoğu dükkan öğlen 13.30 civarı
kapayıp akşam 6’da açıyor. Biz de rıhtım boyu yürü babam yürü sonunda açık ve
motosiklet kiralayan(araba kiralamak isterseniz çok daha fazla dükkan mevcut)
bir yer bulduk.
Motoru beğendik, pazarlığımızı yaptık çok başarılı olamasak
da, en son artık ehliyeti verip motoru alıp çıkacağız. Adam demesin mi üzgünüm
bu ehliyetle olmaz. Uluslararası ehliyet istiyorum, e yok, o zaman motor da
yok. Bu durumla da karşılaşmış olduk böylece. Halbuki Öz diyor ki ben eski racecilerdenim
(biraz havasını atsın değil mi :) ) bak burada motor A2 sınıfı da
yazıyor diyor, onu diyor bunu diyor ama amca yemiyor :) Kısacası motordan mecburen
vazgeçip planı değiştirdik… Ara sokaklara daldık…
Kilisenin bahçesinden çıkarken yaşlı bir teyze yaklaşıyor
yanımıza, dişlerinin çoğu yok biraz saç baş dağınık. Bir şeyler söylüyor ama
anlamıyoruz. Fakat ısrarcı biz de bırakıp gidemiyoruz öyle sonunda başlıyor
ikimize dua okumaya. Duasını okuyor, kendince bizi kutsuyor ve gidiyoruz :)
Mermer kaplı sakin ve huzurlu sokaklarda ilerliyoruz.
Siros’un gerçekten farklı bir havası var. Geniş geniş sokaklar mis gibi kokuyor
binaların hepsi şık ve bakımlı. Yunan adalarında değil de daha çok bir Avrupa
şehrindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.
Buranın mimari güzelliği
sayesinde kent Ulusal Tarih Mirası olarak kabul edilmiş ve yine her yer mermer
kaplı. Ağaçlarla çevrili meydanda, ağaçların gölgesinde dinlenip bir
şeyler yemek içmek için birçok kafe mevcut.
Alman mimar Ernst Ziller’in tasarladığı, 1876 yılında yapılan
Neo-Klasik Belediye sarayının hakim olduğu meydanda Amiral Andreas Miaouli’nin
heykeli var. Bu amiral de Yunanistan’ın bağımsızlık savaşında önemli rol üstlenmiş, Yunan deniz kuvvetlerini komuta etmiş ve her türlü Türk karşıtlığını desteklemiş o zamanlar…
Meydandan sağa doğru biraz yukarı çıkınca meşhur Apollon
Tiyatrosu karşımıza çıkıyor.
Fransız mimar Chabeau tarafından Millano’daki La Scala’nın
bir kopyası olarak tasarlanmış Apollon Tiyatrosu. Tiyatronun bir başka özelliği
ise Yunanistan’ın ilk opera binası olması. Bina hala kullanımda içeriye girmek
istiyorsanız, bina müze haline getirildiği için bilet almak zorundasınız ve
burası da öğleden sonra kapalı saat 6’da açılıyor tekrar. Şansımıza bizim
gittiğimiz saatte bir tv programının çekimi nedeniyle müzenin de bir kısmı
kapalıydı. Binanın iç duvarlarını Mozart ve Verdi’ye adanmış resimler kaplıyor.
Artık tekneye dönelim diyoruz ara sokaklardan rıhtıma doğru
inmeye başlıyoruz. Her Yunan adasında olduğu gibi döndüğünüz her köşe yeni bir
sürpriz hazırlıyor size. Ara sokaklarda birbirinden güzel binalarıyla, kafeler,
tavernalar, butikler, hediyelik eşya dükkanları ve hatta küçük kitapçılar
karşılıyor bizleri.
Biraz dinlendikten sonra devam ediyoruz güne. Çın çın ses
çıkararak ve de güzel bir Yunan müziği eşliğinde geçen mini treni görüyoruz
birkaç kere. Ama nereden kalktığını kestiremedik bir türlü.
Tekrar meydana doğru gidiyoruz. Ama önce Taksim’deki bizim
balık pazarına benzeyen bir sokakları var; Chiou, oraya gidiyoruz. Dükkanların
bazıları kapamak üzere, burada kasap, peynir dükkanları, manav vb. daha çok
yerel ürünler satan dükkanlar var.
Bir dükkanda kurutulmuş tane bakla gördüm ve hemen bir kepçe
aldık. Canım babaannem ben çok seviyorum diye yaz kış dolabında saklar muhakkak
bu baklalardan.
Siros’un kendine özgü birkaç yiyeceği de var. Bunlardan
birincisi bizim Türk lokumu, bu arada Yunanlar da Loukum diyor…
Budur
efenim meşhur lokumları ama ben pek sevemedim, zaten tatlıyla aram çok yok ama
çifte kavrulmuş Türk lokumunun tadını değişmem…
Bir de peynirleri ve sosisleri meşhur. Sosisler tabi ki domuz
etinden, meşhur peynirin markası ise “Saint Michali”.
Yola devam ediyoruz meydanda bir kalabalık var…
Kalabalığın arasına karışıp soruyorum ne diye; sadece yarın
kutsal gün diyorlar. Hemen bizim kaynak kitaba bakıyorum (Yunan adaları görsel
gezi rehberi) ve orada 6 Ağustosla ilgili şöyle yazıyor; Metamorfosi, Tecelli.
Önemli bir Ortodoks günüymüş.
Neyse meydandan yemek yiyeceğimiz yere doğru giderken mini
treni görüyoruz yine ve o sırada bir sıkışıklık oluyor. Biz de Özle nasıl
taksimde tramvaya çocuklar asılıp atlıyorsa aynen öyle atlıyoruz :)
Biletçi kadın hayır hayır olmaz binemezsiniz diyor, ama zaten
binmişiz:) E diyoruz nereden kalkıyor bilmiyoruz ki, bilet alacağız zaten
diyoruz. Ve kişi başı 4 euro vererek mini trenle kimi zaman Yunanca kimi zaman
İngilizce Siros anlatımıyla etrafı geziyoruz…
Ve gördüğümüz kocaman kiliseyle de bindiğimiz gibi iniyoruz.
Tabi biletçi kadına bay bay demeyi de ihmal etmiyoruz… :)
Bu bölge Siros’un armatörlerinin, Yunanistan’ın en güzel sıva işleri, freskleri ve mermer oymalarıyla
bezeli Neo-Klasik köşklerini yaptırdıkları yermiş bizim kaynak kitaba göre. E kilise
de ona göre galiba, ihtişamlı ve gördüğüm en büyük kiliselerden biri.
Kilisenin
bahçesinin girişinde birçok heykel dikkat çekiyor
Agios
Nikolaos kilisesindeki Vitalis’e ait mermer ikonostasis
E artık yemek vakti. Kurt gibi açıktık. Ara sokaklardan
birinde yer alan “Archontariki” tavernaya gidiyoruz. Çalışanların çok sevecen
olduğu adaya özgü lezzetli yemeklerle dolu bir taverna…
Yemek sonrası tekneye dönüyoruz. Ama rıhtım capcanlı,
kafeler, barlar, tavernalar… Müzik ve eğlence sabahın erken saatlerine kadar
devam ediyor…
Burası da
bizim bildiğimiz mahalle arası ya da köy kahvehanesi, ne derseniz deyin işte
aynısı… Yaşlı yaşlı amcalar kimi tavla oyunuyor kimi hararetli hararetli bir
şeyler tartışıyor… Tek fark çaydan çok kahve içiliyor :)
Bir de Siros’un sadece ticaret değil kültür merkezi olduğunu da söylemiştim. Bunun kanıtı olarak ise neredeyse bütün mağazalarının kapısına yapıştırılmış konser ve festival afişleri.
Evet artık Syros’tan da ayrılma vakti… Bu güzel adadan ayrılırken şunu belirtmekte fayda var burası bizim favori adalarımızdan biri. Yavaş yavaş ana karaya yaklaşıyoruz bakalım bizi hangi maceralar bekliyor…
UYARILAR VE ÖNERİLER (Naçizane)
1-Eğer fırsatınız varsa ve hala bizim gibi yaptırmadıysanız en kısa zamanda ehliyetinizi uluslararasına çevirin derim ben.
2- Bence yukarıdaki tepelere (Biri Katolik, diğeri Ortodoks) çıkın.
3-Aslında demir yeri paralı sanırım. Fakat biz yanaşırken de, giderken de kimse yoktu…
4- Gezilecek müzeler ve yüzmeye gidilecek plajlar mevcut her Yunan adası gibi.