4 Ağustos Naksos- Delos- Mikanos
Sabah yola çıkıyoruz bugün iki durağımız var o yüzden acele
ediyoruz. Hedefimiz akşama Mikanos’ta olmak ama ondan önce uğrayacağımız bir
yer var; üzerinde şuan yerleşim bulunmayan küçük Delos adası.
Yolda deniz bize iki adet hediye sunuyor, aslında sadece bir
tane… Olaylar şöyle gelişiyor; Naksos limanından 3 mil kadar yol aldıktan sonra
ilerde renkli bir şey Özün dikkatini çekiyor. Yaklaştıkça deniz yatağı olduğunu
anlıyoruz ve düşünüyoruz şöyle; bir deniz yatağımız olsa hiç fena olmaz.
Çok geçmeden ileride
bir başka şey daha fark ediyoruz; kocaman bir dubaya benzeyen bir şey.
Yaklaştıkça aslında büyük bir motoryatın usturmaçası olduğunu anlıyoruz. Onu da
alalım tekneye birisine veririz diyoruz.
Ve yolumuza devam ediyoruz. Delos adasına çıkmak için
demirleyeceğimiz yere yaklaşırken, Öz usturmaçanın sahibini bulduğumuzu
söylüyor. Ve gerçekten de koca denizde usturmaçanın sahibini bulduk :)
Çalışanlar ve kaptan o kadar sevindi ki teşekkür ede ede bitap düştüler… Deniz
yatağı da sizin mi dedik ama yok dediler, şimdilik o da bize kaldı.
Bunu da günümüzü renklendiren bir anı olarak size aktardıktan
sonra gelelim Delos adasına. Adaya adım atmak için sabırsızlanıyorum çünkü beni
bekleyenler var :)
Delos adası Yunanistan’ın en önemli sit alanlarından biri.
Efsaneye göre de Zeus’un eşlerinden biri olan Leto, Artemis’i (iffet yemini
etmiş doğum tanrıçası) ve Apollon’u ( Güzelliğiyle de meşhur olan Apollon şifa,
veba ve müzik tanrısı) burada doğurmuş.
Adaya İ.Ö. 1000 civarında gelen İonlar, Apollon kültürünü
başlatarak, Apollon onuruna spor ve müzik gösterilerinin her yıl yapıldığı
Delos şenliğini başlattılar.
Delos İ.Ö. 700’e kadar önemli bir dinsel merkez oldu.
Apollon mabedi, biri İ.Ö. 6. yüzyıldan diğer ikisi de İ.Ö. 5.
Yüzyıldan kalma üç tapınak kompleksinden oluşuyor.
Bu da yeni hali. Eskiden burada yaklaşık 9 metrelik çıplak
ve uzun saçlı Apollon heykeli varmış. Zamanla mabedin etrafı binalarla
çevrelenmesine rağmen heykelin kafası her yerden görünebiliyormuş. Fakat heykel
ilerleyen yıllarda yıkılıyor. Bir çok kez bazı seyyahlar tarafından götürülmeye çalışılıyor ama ağırlığı nedeniyle mümkün olmuyor. Heykelin bazı parçaları kafası mesela kayıp ama heykelin
sol ayağı British Museum’da, sol eli ise Delos müzesindeymiş.
Daha randevu saatime çok var biraz daha gezineyim diyorum ve
tapınakların sıralandığı bu ana yoldan ilerleyince, beni Delos’ta en çok
heyecanlandıran yerlerden biri karşıma çıkıyor; Aslanlar terası.
Kafasız aslan figürlerinden biri 18. Yüzyılda Venedikli
gezginlerce fark edilip, Venedik dükalığının sembolü olan kanatlı aslana benzediğini düşünülerek Venedik’e götürülüyor. Günümüzde
heykele eklenmiş yeni kafayla birlikte Arsenal’de yani Venedik tersanesinde görülebilirmiş.
Bu gördüğünüz aslanlarda zaten gerçeklerinin birer
kopyasıymış. Asılları Delos müzesinde…
İ.Ö. 300’den kalma sütun anıtların olduğu Dionysos mabedi de
Delos’ta yer alıyor.
Delos daha sonraki yıllarda özellikle de İ.Ö. 3. Ve 2. Yüzyıllarda
gelişen bir ticari liman haline geldi. Delos ticari ve kozmopolit bir yer haline geldikçe kutsallık kisveside bir kenara atılmış. Hal böyle olunca da Delos'un yeni sakinleri aslanlar terasındaki aslanları biraz daha güneye atmışlar hatta bazı aslanları bazı bina inşaatında kullanmışlar bile. Yani daha İ.Ö. 1. yüzyılda aslanlar terası tahrip edilmeye başlamış.
Ticari limanın çevresi
Kaynak kitaba göre görmeden gelinmemesi gereken tiyatroya
doğru ilerlerken yavaş yavaş bundan yüzyıllar önce antik Yunan ve Roma dönemi
zenginlerinin yaşadığı tiyatro semtine yaklaşıyoruz. O zamanlar elit kesim tiyatronun çevresinde
yaşarmış. Evlerin yapısı hemen kendini gösteriyor zaten; sütunlar dikkat çekici.
Bu evlerin eskiden gösterişli sıra sütunlu avluları varmış.
Tiyatro semtinin eski sakinlerinin evlerine misafir olacağız
ve bu semtin sakinlerinden biri de çok meşhur hı benden söylemesi biraz akıl
vereceğim kendisine, umarım eve girerken paparazzilere yakalanmam, sonra “Sizin
aranızdaki diyalog nedir vs.” soruları, hiç çekemem. :) Birazdan onun evine
gideceğiz ama öncesinde semtin bir başka ünlü evini ziyaret edelim; Masklar evi.
Bu yapının, Masklar evi ya da Dionysos evi olarak anılmasının
nedeni, yerde İ.Ö. 2. Yüzyıldan kalma bir mozaikte, bir pantere binmiş tiyatro
tanrısı Dionysos görülüyor. Daha doğrusu o olduğunu anlıyorsunuz pek
görebiliyorsunuz diyemem… Evin sakinleri illaki kal diye ısrar ediyorlar ama
ben yok diyorum, sırada bir diğer komşu var o da bekler beni diyerek evden ayrılıyorum…
(Bu fotoğraf internetten alınmıştır)
Sırada ki evde de bir başka şaheser yer alıyor. Günümüze
kadar dayanabilmiş bir başka mozaik örneği; yunuslar.
Bu evin sakinleri de ısrar ediyor ne olur kal diye hatta
akşam tiyatro gösterisine beni de davet ediyorlar. Ben diyorum ki içimden “Paçozlar,
beni de davet ediyorlarmış, ben çoktan davet edildim bile hem de o hani ünlü
çift var ya onlar tarafından J”, tabi
onlara sadece gülümseyip kibar bir şekilde teşekkür edip çıkıyorum. Bu arada O
ünlü çiftin beni beklediğini sözlerime eklemeden de duramıyorum, ne yapayım
şeytan dürtüyor, (o kadar mabet var ama şeytan mabet falan dinlemiyor valla)
kıskançlık kokusu alıyorum havada J
Ve o ünlü çiftin evi görünüyor…
Beni bir heyecan basıyor tabi kapıya yaklaştıkça
Ve işte karşınızda İ.Ö. 2. Yüzyılda bu evde yaşayan Kleopatra
ve kocası Dioskourides. Sohbet ediyoruz biraz, Klo’ya bizim ege kıyıları seni
özlemiş diyorum göz kırpıyor bana. Öyle havadan sudan konuşuyoruz diyeyim sen
anla sevgili okur. Her şeyi burada söyleyemem şimdi, tabi ki havadan sudan
konuşmadık, bana bir şeyler danıştı, ama “eee devlet sırrı” dudağa fermuarı
çektim.
Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz ağzımdan laf almaya, biraz
dedikodudan zarar gelmez. “Şimdi sevgili okur, bu Klo ve kocası var ya çok
pasaklı, evin caaanım mozaikleri kirden görünmüyor. Sadece anlıyorsun ki işte
burada zamanında mozaikler varmış… Ama ne yalan söyleyeyim mermer sütunlar
gıcır gıcır valla”
Neyse çok konuştum tiyatro gösterisi başlayacak birazdan. Evden
çıkıyoruz. Tabi ki İ.Ö. 300’de 5500 seyirci için yapılmış olan bu tiyatronun en
güzel yerine biz oturuyoruz.
Bir ara susuyorum, bildiğiniz susuz kalıyorum yani. E
Kloların evinde o güzel leziz ikramları görünce kıtlıktan çıkmışçasına yediğim
için, tıkınmaktan bir şey içmeye vakit bulamadım ne yapayım… Su diyorum al canım dükkan senin diyorlar…
Bu dev tonozlu sarnıçta yağmur suyu toplanıyormuş ve kentin
bir kısmının su ihtiyacını karşılıyormuş.
E karnım doydu, suyumu da içtim, sırtımda pek. Yaslanıp
arkama muhteşem gösteriyi izlemeye başlıyorum ki, Klo kulağıma eğilip “Öz ne
yapıyor nerelerde?” diyor. O an başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor ve
fırlıyorum tiyatrodan, Klo’dan ve eşinden özür dileyerek. Klo bırakmak
istemiyor am gitmem gerek diyorum. E Öz beni bekliyordu ben ona oyuna
kalmayacağımı söylemiştim. O daracık sokaklarda koştura koştura ilerliyorum
Herkes bana bakıyor tabi, bu o, “Klo’nun kankisi” diyorlar
fısıl fısıl… Tabi ben önce bunun tadını
çıkarıyorum böyle burnumun ucundan bakışlar ata ata.. Sonra diyorum ki
içimden, aa Klo’da kimmiş, benim ben, benim bir ismim var… Kendimi Klopatra
sana sana bu sefer tabi daha böyle yavaş yavaş o kalabalık sokaklardan
geçiyorum…
Burası da Öz’le bizim kalmak için yer ayırttığımız otelimiz…
Tabi sevgili Klocum bizi otelde kaldırtmazdı ya neyse… Fakat bizim akşama
Mikanos’a gitmemiz gerekiyor o yüzden Delos’a ve halkına el sallayıp yola
çıkıyoruz…
Ama sonra araştırdıkça o ünlü Kloepatrayla bu evde yaşayan Kleopatra'nın aynı olmadığını öğreniyorum. Ne büyük bir hayal kırıklığı düşünün :)
Ama sonra araştırdıkça o ünlü Kloepatrayla bu evde yaşayan Kleopatra'nın aynı olmadığını öğreniyorum. Ne büyük bir hayal kırıklığı düşünün :)
UYARILAR (Naçizane)
1- Delos'a Mikanos'tan yarım günlük düzenlenen turlarla yarım saatte ulaşabilirsiniz.
1- Delos'a Mikanos'tan yarım günlük düzenlenen turlarla yarım saatte ulaşabilirsiniz.
2- Giriş paralı ücret kişi başı 5 euro
3- Yanınıza su alın ve tabi başınıza da şapka
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder